Tek Bayrak, Dil, Vatan: Tek İnsan (One Flag, Language, Nation: One Person)

Newspaper Article
Ali Ersen Erol
Ali Ersen Erol
+ More
Tek Bayrak, Dil, Vatan: Tek İnsan (One Flag, Language, Nation: One Person)
Written: By S-CAR
Published Date: January 01, 2011
URL:

Ülkedeki partilerin ve kurumların ne kadar sıklıkla ve ne kadar şiddetli anlaşmazlığa düştükleri bir sır değil, bunun örneklerini her gün görüyoruz. Farklı düşündükleri neredeyse her konuda birbirlerine çamur atmaktan hiç çekinmeyen siyasiler, gelin görün ki tek bir konuda görülmemiş bir şekilde anlaşıyorlar. Cumhurbaşkanından ana muhalefete, iktidar partisinden orduya herkes tek ses: Tek bayrak, tek vatan, tek dil! Bunun aksini düşünmek bile bölücülük yaftasına iliştirilip, hain damgası yemekle eşanlama geliyor. Fakat ucuz ve derinliği olmayan söylemlerin ötesini incelemeye çalıştığımızda, bu tür argümanların ömrü kısa oluyor. Neden diye sorunca bu tekliğin savnucuları erken biten ve çabucak tükenen bir ezberden öteye gidemiyorlar.
Tek bayrak, tek vatan ve tek dil söylemi, aslında ne demek istiyor? Bunu savunan birine neden tek bayrak istiyorsun, neden tek dil ve tek vatan istiyorsun diye sürekli sorduğunuz zaman argüman bir yerden sonra kısır bir döngüye giriyor: “Birden fazla bayrak dil veya vatan, bölünmek demek ve bölünürsek yok oluruz. Bölmeye çalışmak hainlerin, teröristlerin işidir. O yüzen bunu düşünmek bile hainliktir, teröristlerle aynı şeyi yapmaktır.” Bir de buna bazen eklenebilen uluslararası komplo senaryosu var: “Aslında emperyalist Batı bizi hep bölmeye çalıştı. Kendileri başarısız olunca taşeron gibi teröristleri kullanmaya başladılar. Bunlar hep emperyalist Batı’nın maşası.” Böylece başladığımız yere geri dönüyoruz: “Bu sebepten, en iyi çözüm tek vatan, bayrak ve dil demek, geri kalan her şeyi yasaklamak...” ve aynı şekilde devam ediyor.
Eskiye bir özlem
Bu söylem eskiye duyulan bir özlem belki. Üç kıtada hâkimiyet kurmuş olmanın eşsiz şanının getirdiği gurur ve imparatorluğun yıkılması ile hoş olmayan bir sona gelen o şanın, kırılan o gururun dalgaları belki bugün yaşadıklarımız. Neticede hep öğrendiğimiz şey bu değil mi: Orta Asya’daki Türk kavimleri dahil olmak üzere hep bölündük. Ayakta kalanlar hep aynı son ile karşılaştılar. Hainlik ve bölünme. En son yüce Osmanlı bile kurtulamadı bölünmenin azizliğinden.
Fakat bölünmenin sebebi hainlik, dış mihraklar veya kurulan türlü komplolar olmadı. Osmanlı tecrübesinden, her zamanki gibi, sadece işimize gelen, kendi paranoyamızı destekleyen şekilde ders çıkardık. Osmanlı tecrübesinden, veya herhangi başka bir imparatorluktan, öğrenebileceğimiz en önemli ders aslında şudur: İmparatorluklar, kendilerini yücelten zenginliğe sırtlarını çevirdikleri an, çeşitliliğe bir yabancılık gibi davranmaya başladıkları an çökmüşlerdir.
Bugün Türkiye’de durum farklı değil. Bizi biz yapan değerlere, Anadolu’nun bize sunduğu insan çeşitliliğine sırt çevirdiğimiz sürece kendi kanımızı dökmeye, toplumsal krizler ve çöküşler yaşamaya devam ederiz. Ne zaman kendimizi dinlemeye zaman ayırırız, karşımızdakinin de bizim gibi insan olduğunu, ihtiyaçları, korkuları ve umutları olduğunu anlarız, “ama” ile başlayan ve birbirimizi öldürmekten başka bize faydası olmayan bahanelerden vazgeçeriz, o gün daha güçlü bir Türkiye’ye uyanırız.
Tek vatan, tek dil, tek bayrak söylemini savunanların ne demek istediğini anlamaya çalıştığımız gibi, şayet vicdanımızın rahat etmesini istiyorsak, “karşı tarafın” da eylem ve söylemleri ile ne demek istediğini anlamak zorundayız. Neticede yaşananlar tek taraflı değil. O yüzden sadece tek bir tarafın düşünceleri ile yola çıkanlar, yaşananların en fazla yarısını görebilir ve ona göre değerlendirme yapabilirler. Yaşananlar tek taraflı olmadığı gibi, burada da bir ilişki söz konusu. Bu ilişkiden mutlu olmayan, bu ilişkinin değişmesini isteyen bir kısım insan var. Şayet son 30 yıldır yaptığımız ve yapmaya devam ettiğimiz gibi, insanları dinlemeden kendi kafamıza ve çıkarımıza göre çözüm ürettiğimiz zaman neden çözülemediğini anlayamadığımız bir kısır döngünün içinde buluyoruz kendimizi. Fakat iletişim yolları tıkalı bir ilişkiyi düşünün. Hislerini ifade etmek isteyen bir insana bunu yasakladığınızı ve sırf mutsuzluğunu dile getirmek istediği için onu cezalandırdığınızı gözlerinizin önüne getirin. Aslında bu şekilde mutsuzluğun ifade edilmesinin yasaklanması, ikili ilişkilerde sıklıkla yaşanan bir durum. Çünkü karşıdaki mutsuz olunca, bu insanın kendisi için bir tehdit algısı oluyor, insan kendisini sorguluyor ister istemez, “ben nasıl yeterli olmuyorum?” diyor. Oysa sorun insanda değil, ilişkide. Aynı şekilde, biz belli bir gruba kendilerini ifade etme özgürlüklerini baskıcı bir şekilde yasaklarsak, onlar mutsuzluklarını anlatmak için -en basit tabiri ile--dağa çıkarlar. Bunun koşullarını yaratan aslında bizizdir.
Teröre karşı silah
Terörü haklı çıkarmak kimsenin yapmaya çalışması gereken bir şey değil, zira yapmaya çalıştığım o değil. Fakat şurası bir gerçek. Terör son 25 yıldır silah ile yok etmeye çalışıldı. Bir başarı elde edilebildi mi? Hayır. Yok işsizliktir, yoksulluktur dendi. Belki diğer bölgelerin hiç bir zaman göremeyeceği kadar para akıtıldı. Bir sonuç alındı mı? Hayır. Haydi açılım yapalım denildi. Açılım yapıla yapıla, gücü elinde bulunduranlar kendi istediklerini empoze etmeye çalıştılar. Bir sonuç alındı mı? Hayır. Şu anda, tek vatan, bayrak ve dil fetişi ile bu çizgide devam etmeye çalışılıyor. Bu çizgi, ki terörü kendi ideolojilerinden de çok besleyen bir çizgi, hiç bir faydası olmamasına rağmen resmi siyaset halini aldı. Bunun ne kadar zararlı ve sağlıksız bir karar olduğu gün kadar aşikâr.
Terörü bitirmenin tek bir yolu var: İyi bir dinleyici olmak. Eğer bu ilişkide mutusuz olan tarafı neyin mutlu edeceğini öğrenir ve bir orta yolda buluşabilirsek -ki bu kesinlikle saflık değildir, daha önce yapılmıştır ve sanılandan daha mümkündür- o zaman teröre var olması için zemin hazırlamaktan, ekmeklerine yağ sürmekten biz de vazgeçmiş oluruz.
Tek vatan, tek bayrak, tek dil. Bu anlayış farklılıklara saygı göstermeyen ve tek insan yaratmaya çalışan bir anlayıştır. Kendi korkularımızdan kaçarak, onu bunu yasaklayarak bir şeyleri engellediğimizi zannetmek, tehdit olarak yanlış anladığımız şeylere verilebilecek en çocukça tepkidir belki. Teröre, ırkçılığa ve nefrete verilecek en güzel cevap, çeşitliliğin bir tehdit olmadığını göstermekten geçer. O zaman ne terör barınabilir bu topraklarda, ne paranoya. Tabii, başkalarını aşağılayarak, her an bölünme korkusunun gölgesinde ona buna suç atarak yaşamak bizi mutlu ediyorsa, o zaman lütfen, böyle devam edelim. Harika yapıyoruz.
*(Howard Universitesi (ABD)- Hitabet İletişimi doktora öğrencisi) 

S-CAR.GMU.EDU | Copyright © 2017